Gezi'den Kooperatiflere Bir Dayanışma Ekonomisi Örgütlenme Deneyimi

Gezi'den Kooperatiflere Bir Dayanışma Ekonomisi Örgütlenme Deneyimi

By : Yerdeniz Kooperatifi

[Bu yazı, Jadaliyya Türkiye Sayfası Editörleri tarafından hazırlanan “Gezi'yi Hatırlamak: On Yıl Sonra Nostaljinin Ötesinde” başlıklı tartışma serisinin bir parçasıdır. Konuk editörler Birgan Gökmenoğlu ve Derya Özkaya tarafından hazırlanan serinin giriş yazısına ve diğer makalelerine buradan ulaşabilirsiniz.]

10. Yılında Gezi Direnişi’ni andığımız bugünlerde, direnişle birlikte daha kolay örgütlenme formları bulabildik. Eskiden örgütlenmek için var olan bir yapı içinde çalışmak durumundaydık, oysa şimdi sesimizi duyurmak için nerede ihtiyaç varsa hızla bir araya gelebiliyor, ortak kampanyalar yürütebiliyor ve ilgili mesele üzerine çeşitli pratikler sergileyebiliyoruz. Bizim de kooperatifçilik çalışması biraz böyle başladı aslında… Gezi Direnişi sonrası örgütlenme modelleri üzerine başlayan ve tartışmalarla ilerleyen süreç zaman içinde bizi kooperatifçilik alanında inisiyatif almaya itti. YerDeniz Kooperatifi bu süreçlerde aktif yer almış ve çeşitli örgütlenme deneyimleri olan insanların bir araya gelmesiyle kuruldu. Kooperatifimiz doğanın ve emeğin sömürülmesine, yoksullaşmaya karşı bir çıkış olarak, dayanışma temelinde, gündelik hayatı birlikte örgütlerken aynı zamanda istihdam sağlamak amacıyla da çalışmaktadır. Kendimizi anti-kapitalist dayanışma ekonomisi olarak tanımlıyoruz.  

Neden kooperatifçilik?


Gezi Direnişinin ortaya çıkardığı gündelik hayatın örgütlenmesi ve gündelik hayat mekânların ve ilişkilerinin inşa edilmesi pratiği uzun vadeli ve kalıcı biçimler üzerine düşünmemizi de sağladı. Bu biçimlerden biri olarak hem kapitalist üretim ilişkileri/piyasa içinde var olup hem de onun temel ekseninden ayrılmamızı sağlayacak bir biçim olarak dayanışma ve güven ilişkilerini ana eksen olarak belirleyen kooperatif, tercih ettiğimiz modellerden biri oldu. Aynı zamanda Gezi’nin dayanışma ruhu ile kooperatifin dayanışma ve güven zeminini anti-kapitalist bir eksende harmanlayacak bir anti-kapitalist dayanışma ekonomisi olarak kooperatif modelini tercih ettik. 

2007/2008 krizi ile birlikte emperyalist-kapitalist sistemin krizi yapısal bir özellik taşıyınca sendikal ve kooperatif örgütlenmelerinin hayatta kalma örgütlenmeleri olarak meşrulukları artmaya başladı. Hem krizin sonuçları ile mücadele etmek hem de sonuçlarının ağır etkilerini hafifletmek için kooperatif örgütlenmesi sade ve anlaşılır bir modeldi. Temel sorun kentlerde batık yapı kooperatifleri, kırda batık tarımsal kalkınma kooperatifleri ve köylüyü borçlandıran tarım kredi kooperatiflerine yönelik oluşmuş olan önyargılardı. Son yıllarda yaygınlaşan kooperatif sayısı bu önyargının kırıldığına dair somut verilerdir.

Nasıl bir araya geldik?


Gezi direnişi sonrası yapılan çağrı ile direnişçiler ilk olarak Beşiktaş Abbasağa Parkı’nda ardından Kadıköy Yoğurtçu Parkı’nda yeniden bir araya geldiler ve kalabalık forumlarda yerelden genele pek çok sorunu konuşmaya başladılar. Park forumlarına katılımın yoğun olması ve gece yarılarına kadar sürmesi ortaya konulan konuların yeterince konuşulamamasına neden oluyordu ki gelen önerilerden biri de mahalle dayanışmaları ve çeşitli atölyelerin kurulması çağrısı oldu. Ardından pek çok atölye önerisi yapıldı ve bizim de içinde olduğumuz grubun önerisi Aktif Politika Atölyesi kurulması yönündeydi. Atölye duyurusu yapıldıktan sonra katılımcılar ile haftada iki gün bir araya gelmeye başladık ve parkta yaptığımız sohbetlerde Gezi direnişini ortaya çıkaran sebepleri ortaya koymaya çalıştık. En kaba hatlarıyla 
talan, otoriterleşme ve örgütsüzlük olarak üç ana başlık altında Gezi Direnişini analiz etmeye çalıştık. Burada kurduğumuz bu üç ana grup bir okuma programı çıkardı ve bu yönde çalışmalara başladık. Örgütlenme başlığı altında ele aldığımız konulardan biri de kooperatifler başlığı idi. Dünyadan kooperatif deneyimlerine baktığımız Sovyetler Birliği’nden, Yugoslavya’ya, Çin’e, Zapatistalardan, Rojava’ya, İspanya’daki kooperatif deneyimlerine dek pek çok deneyimi derleyip üzerine Seferihisar gibi yerel belediyecilik deneyimlerini de ekleyerek bir kooperatifler sunumuhazırladık. Çeşitli park forumlarında böyle bir örgütlenme modeli üzerine konuşup, sohbet etmeye başladık...

Bu süreçte yapılan tartışmalarda konu üzerine bilgimizin az olduğu gerçeği ile karşılaştık. Dayanışmalarla iletişime geçildikten sonra Kooperatif çalışma grubu bir yandan model üzerine çalışırken diğer yandan da genel ilkeler ve prensipleri ortaya çıkarmak için bir çalıştay düzenlemeye karar verdi. Kadıköy dayanışma ve forumlarının katılımı ve organizasyonu ile Çiftçi-Sen, BÜKOOP, Tohum İzi Derneği ve Anadoluda Yaşam Kooperatifi'yle birlikte Şubat 2014'de bir çalıştay düzenlendi. Çalıştay hem görsel hem de yazılı olarak kayıt altına alındı. Ardından yazılı tutanağın özetlenmesiyle çalıştay tartışmalarından hareketle oluşturulan temel ilkeler üzerine ilk taslak metin ortaya çıktı. Burada tutanak tutma konusunda deneyimli bir arkadaşımızın sorumluluk alarak ilk taslağı oluşturması tartışmaları da kolaylaştırdı. Kooperatif Model Taslağı çalışma grubu bir model taslağı çalışması yaptı. Caferağa Dayanışması içinde yaşanan başka sorunlar ve tartışmalar kooperatif çalışma grubuna sıçrayınca çalışma durdu.

2014 sonbaharında Kooperatif çalışmasının başlaması için bir grup arkadaş yeniden bir araya geldi. Dayanışmalarda Kazova Kooperatifi'nin üretime başlaması için önden kazak siparişi örgütlenmesi yapıldı. Geçmiş dokümanlar paylaşıldı fakat birkaç toplantıdan sonra bu adım da ilerlemedi.

Kooperatif çalışmasının başından beri içinde olan arkadaşlarla, yeni arkadaşların katılımı ile kooperatif tartışması yeniden başladı. Temel metinler ve çalıştay tutanakları herkesle paylaşıldı. Bir yandan teorik tartışma yürürken diğer yandan pratik çalışma için ilk adım atıldı ve pratikte bu işlerin nasıl yürüdüğünü anlayabilmek amacıyla birden fazla üründen oluşan paketlerin hazırlanmasına ve kooperatif gönüllülerinin çevreleri ile mevcut dayanışma kanalları üzerinden tüketicilere ulaştırılmasına karar verildi. İlk paket için 50 kişiye paket dağıtılması hedeflendi ve ürünlerin seçilmesi, nakliyesi, mali işler ve tüketici ile ilişkilerin sorumluluğu, gönüllülerden oluşan paket çalışma grubu tarafından üstlenildi. Bu süreçte BÜKOOP ve Anadolu'da Yaşam Kooperatifi gibi mevcut kooperatifler ihtiyaç halinde deneyim aktarımı yaparak dayanışma gösterdiler.

Pratik çalışmanın başlatılması toplantıların seyrini de etkiledi. Yapılacak işlerin konuşulduğu, gündem dışı tartışmaların minimum seviyede seyretmesi için herkesin özen gösterdiği, saat 20.00’de başlayıp 21.30’da biten bir toplantı düzeni oluşmaya başladı ama bazen de, bu sınırlar aşıldı elbette. Toplantılarda mutabakata varılmayan konuların çözümü için daha geniş zamanda yapılacak olan önceden gündemi belirlenmiş çalıştaylar düzenlenmesine karar verildi. Bu mekanizma ile birlikte hem pratik sürecin örgütlenmesi hem de kooperatif politikalarının oluşturulması sürecinde faaliyete katılan herkes kendini ifade etme kanallarının oluştuğunu görmeye başladı.

Paketlerin organizasyonu her pakette hedef büyütülerek gerçekleştirildi. Doğal olarak herkes çevresini harekete geçirirken Kadıköy genelinde sokaklarda ve apartmanlarda afiş ve broşür dağıtımı gerçekleştirildi. Apartman kapılarına stickerlar yapıştırıldı. Sosyal medya, Facebook ve Twitter kullanılmaya başlandı.

Kadıköy’de bulunan yerel inisiyatiflerle ilişkiye geçildi. Paket dağıtımları belirli bir gün ve saat aralığında tüketicilerle yüz yüze iletişim kurarak kooperatif fikrinin aktarımını sağlamak amacıyla paket dağıtım şenlikleri biçiminde gerçekleştirildi. Bu şekilde süreci örgütleyen grup ile tüketici olarak kooperatifle ilişkilenlerin birbirini tanıması sağlandı. Paket dağıtımlarının ardından, tüketiciler arasından toplantılara katılarak kooperatifleşme sürecinde aktif rol almaya başlayanlar da oldu. Her paket dağıtımı sonrası yapılan geniş katılımlı toplantılarla paket alanlara işin mali boyutu hakkında bilgi verildi, en temel ilkelerden biri olan şeffaflık hayata geçirildi. 4. paket sürecinde iken kooperatif ortaklığı konusunda ilk veriler toplanmaya başlandı. Kooperatif ortaklığı fikri paket alıcıları ile tartışılmaya başlandı. Bu şekilde kooperatifleşme süreci daha geniş bir çevreye açılmış oldu.

Her paket örgütlenme sürecinin farklı arkadaşlar tarafından organize edilmesi herkesin işin tamamını öğrenmesi için verimli bir çalışma biçimi oldu. Sürece yeni katılan arkadaşlar pratik işler konusunda sorumluluk aldılar. Yeni paket gruplarında bir önceki paket gruplarından arkadaşların dâhil olarak deneyim aktarımda bulunması işin öğrenilmesi ve daha iyi yapılması noktasında da önemli oldu. Birinci paket 50, ikinci paket 100, üçüncü paket 200, dördüncü paket 300 ve beşinci paket 350 kişiyi hedefledi. Her pakette hedef biraz daha büyütüldü. Temel kavramlar konusunda çalıştaylar düzenlenmesine başlandı. Kooperatif modelinin oluşturulması, iletişim yöntemleri ve araçları, karar alma mekanizmaları, yerel yönetimlerle ilişkiler, kooperatif organları ve toplumsal dayanışma konuları bu çalıştaylarda ele alınan konulardı.

2016 Yılı Ekim ayında 7 kurucu ortakla Kadıköy Tüketim Kooperatifi resmi olarak kurulmuş oldu. Gezi’nin bakiyelerinden biri olan Kooperatif kendi model taslağını oluşturdu, işleyişe dair alt çalışma birimleri kurdu, haftalık toplantılarla, iç sorunlar ve ilkesel tartışmaların yapıldığı çalıştaylarla çalışmalarına devam etti. Bu süreç içinde biriken iç sorunlar neticesiyle bizim de içinde bulunduğumuz bir grup 2018 Yılı Eylül ayında kooperatiften ayrılmak zorunda kaldı. Bu ayrılış sürecine dair kamuya açık yazılar yazıldı.

trans.gif

Kadıköy Kooperatifi'nden ayrıldıktan sonra Kanun Hükmünde Kararname (KHK)lerden biri ile işinden atılan bir arkadaş da kooperatiften ayrılma yönünde karar alınca birlikte ne yapabiliriz meselesini konuşmaya başladık. İstihdam meselesini de içeren bir kooperatif çalışmasının mümkün olduğu konusunda mutabakata vararak nasıl yapacağımızı tartışmaya başladık. Konuya ilgi duyan pratik olarak güvenilir insanlardan çağrı yapmalarını istedik. Yapılan çağrı sonucunda pratik sürece hız verildi. 3 ay boyunca haftalık toplantılar ile 2'si KHK'lı olmak üzere 6 ayrı üreticiden 1,5 tona yakın ürün alınarak, 200 kişiye dağıtılmak üzere paketler hazırlandı. Paket dağıtımları sonrası kooperatifçilik çalışmasına katılan KHK'lı arkadaşlara ufak da olsa bir maddi dayanışma sağlandı. Her aşamasında pratik örgütlenme ile kooperatifçilik deneyimi paylaşıldı. Paket örgütlenmesi  somut bir ilişki ve önüne koyduğu somut hedeflerle ilişki ağlarının gelişmesinin önünü açtı. Paket dağıtımı sonunda yapılan ortak toplantıda pratik deneyim ve bilgi paylaşımının yeterli olduğu, çalışmanın KHK'lı özneler tarafından devam etmesi yönündeki isteklerini belirtmeleri üzerine gönüllüler olarak çalışmaya son verdik. 

Hedefler, Hayaller, Tartışmalar 


Kooperatifçilik konusunda deneyimli arkadaşlar olarak ne yapmalı tartışmalarına devam ettik. Tartışmalar sonucunda genel çerçeve olarak derinleşen krizi öngören, gönüllülük ve istihdamı birlikte içeren bir kooperatif  modelini, dayanışma ekonomisi perspektifi ile ele alınması konusunda karara vardık. Mutabakatla vardığımız kararla birlikte, yeni kooperatifin temel çerçevesi ve modeli üzerine çalışmaya başladık. 

Gezi direnişinde sınırlar yoktu, parkta, meydanda bir yanda halaylar çekilirken bir yanda forumlar tertip ediliyordu. Biz de istedik ki kurduğumuz kooperatifin sınırları hayallerle çizilsin. Yapabileceğimiz işlerin yanına hayalini kurduğumuz, çalışmak istediğimiz pek çok alanı ekledik. Kooperatif çalışmasında yer almak isteyen bir gönüllünün hangi alanda çalışmak isterse o alandan kooperatife eklemlenebileceği, halkalar şeklinde birbirine bağlanan, birlikte büyüyen, gelişen bir kolektif yapının bir parçası olabileceği, bir model oluşturduk. Model tartışmalarımızla birlikte son derece kapsayıcı, geniş bir çerçevede kooperatifçilik hedefiyle, teknik elemanlar, tamir tadilat ekipleri, yaşlı ve çocuk bakımı, dayanışma bankası, geri dönüşüm, kültür ve sanat faaliyetleri gibi pek çok alanı tek bir çatı altında birleştirdiğimiz bir kooperatif yapısı oluşturduk. En iyi bildiğimiz alan gıda olunca çalışmaya buradan başladık.

Kooperatifimizin temel ilkeleri arasında karar alma ve kolektif çalışma süreçlerinde eşitlik, katılımcılık, şeffaflık, çevreye duyarlılık var.  Kooperatif olarak, ihtiyaç temelinde farklı dayanışma pratikleri geliştirmeyi, hiyerarşik olmayan bir yapı içinde inisiyatif almayı ve toplumun farklı kesimlerinden güçsüzleşen veya güçsüzleştirilen gruplarla maddi ve manevi dayanışmayı geliştirmeyi hedefliyoruz.

trans.gif

Kooperatif modelimizi herkesin kendini burada var edebileceği bir yapı olarak düşünüyoruz. Şimdilik kent yoksulları ve kır yoksullarını bir araya getirmek, özellikle de kooperatifler ile birlikte çalışarak kırda ve kentte birlikte örgütlenebileceğimiz bir mekanizmayı kurmaya çalışıyoruz. Yaşadığımız ekonomik krizle birlikte kentte yaşayanların alım güçleri düştü. Kent yoksullarına hem tam zamanlı hem emek zamanlı bir istihdam sağlayabilmenin yollarını arıyoruz. Kooperatifi hem dayanışmacı ekonomik bir model olarak, hem bir örgütlenme alanı olarak hem de herkesi bir araya getiren sosyal bir yapı gibi görüyoruz.

Örgütlenme modeli


2019 Yılı Nisan ayında Yeldeğirmeni mahallesinde kooperatif dükkânımızı açtık.
 Aslında dörtlü bir yapıyız… Yeldeğirmeni, Göztepe ve Kuzguncuk’ta gıda kooperatiflerimiz var. Yine Kuzguncuk’ta teknik elemanların bir arada olduğu YerDeniz Atölye var. Her bir çalışma kendi içerisinde özerk, kendi kararlarını alabiliyor, ileride isterse ayrılabilirler. Şu anda mali ve idari olarak YerDeniz Kooperatifi’ne bağlı bu çalışmalar. Kooperatif modelimiz herkesin gelip çalışabileceği, farklı pek çok alanı içinde barındıran, kapsayıcı bir model. Yeni kooperatif kurmak isteyen gruplarla da modelimizi paylaştık, başka sosyal işletme ve hizmet kooperatifleri de kuruldu bu süreçte.

Bu kooperatif modelimizde emek zaman tartışmasını biraz daha derinleştirdik. Katılım konusunda üçlü bir yapı oluşturduk: 

1. Kooperatif Dostları: Kooperatif dostları zamanı uygun olduğunda, kendi istediği işlerde ve etkinliklerde katkı verenlerden oluşuyor. Bunlar haftalık düzenli toplantılara katılmıyorlar. 

2. Kooperatif Gönüllüleri: Kooperatif Gönüllüleri için iş tanımı daha belirgin. Haftalık toplantılara katılmak, çalışma birimlerinden birinde görev almak, kooperatifte nöbet tutmak gibi. İstihdam olanlar ise gönüllülerden beklenen sorumluluklara ek olarak haftada 3 gün emek zaman karşılığı, 1 günde gönüllü nöbet olacak şekilde kooperatife destek veriyorlar.

3. Tam ya da Yarı Zamanlı İstihdam: İstihdam olacakların kooperatif gönüllüsü olması gerekiyor. Kooperatif kurulduktan 6 ay sonra ilk mali veriler ortaya çıkınca sekizinci ayda ilk olarak bir arkadaşımızı istihdam etmeye başladık. Şimdi 4 arkadaşımız emek zaman karşılığı kooperatif çalışmalarına destek veriyor.

Oldukça sorunlu bir süreçten gelindiği için çalışmaya ilk başladığımızda yaklaşık iki seneye yakın yeni gönüllü almama kararı almıştık. Zaman içinde çekirdek ekibimiz oluştu ve kooperatife katılım mekanizmalarını yeniden değerlendirmeye başladık. Zaman zaman açık çağrılı toplantılar yapıyor, kooperatif çalışmasına katkı sunmak isteyenlerle bir araya geliyoruz. Kendimizi, neler yaptığımızı anlatıyor, bizimle birlikte yola devam etmek isteyenlerle iç eğitim çalışmaları yapıyoruz. Gerçi iç eğitimler yeni gelenlerle sınırlı değil, eksik kaldığımızı düşündüğümüz her konuda iç eğitim düzenliyoruz. Birlikte öğrenmeyi önemsiyor, bilmediğimiz konularda çevremizle açık ilişki kuruyoruz. Bilginin alınır satılır bir meta değil paylaşılabilir bir şey olduğunu düşünüyoruz. Atölyelerimizi ücretsiz olarak yapıyoruz.   

Ayrıca sorunlar ve çözümler konusunda da yeni bir yaklaşım geliştirerek etik protokol metnimizi kooperatif modelimiz içine aldık.  Yine kadınlara, LGBTİ+ lara karşı işlenen suçlarda birçok tartışma havada kalıyor ve süreçler uzayıp gidiyordu. Modelimiz de bu konularda da izlenecek yol ve yöntemlere dair kadın hareketinden aldığımız ilhamla bir çerçeve hazırladık. Mesela kadınlara yönelik suçlarda, kadın beyanı esastır diyoruz. Bir kadın birimimiz var. Kadınlara ilgili meseleleri kadınlar olarak konuşuyoruz sonucu kooperatife deklare ediyoruz, erkeklerle tartışmıyoruz. Diyelim ki bir taciz vakası var, kadınlarla hızlıca toplanıp karar alıyoruz ve direk uyguluyoruz. Ayrıca Kooperatifimiz LGBTİ+ lar için dost mekânlardan birisi. Şugar mekânız. Üretici ziyaretlerimizde kadınlarla ayrı toplantılar yapıyoruz. Sorunlarımızı sadece kadınlar olarak konuşmaya, birbirimizden öğrenmeye çalışıyoruz. Kadınlar arasında dayanışmayı yükseltiyoruz.

Geçmiş deneyimlerimiz de en çok yaşadığımız sorunlardan biri gönüllülük kavramının gönlünce bir çalışma olarak karşımıza çıkmasıydı. Bu durumda herhangi bir yaptırım tanımımız da yoktu. Yeni modelimizde kınama, uzaklaştırma gibi çeşitli yaptırımlarımız var. Kooperatifte herkesin her işle ilgilenmesi gerektiğini düşünüyoruz. İşler konusunda uzmanlaşmaya karşıyız ve yapılacak işler ile dükkân nöbetlerinde rotasyon uyguluyoruz. Kooperatif işleyişinde çeşitli birimlerimiz var. Mali birim, ürün – üretici birimi, iletişim birimi gibi birimlerde ön çalışmaları yapıp, kararları haftalık toplantılarda konsensüsle alıyoruz. Konsensüsle karar alamadığımız durumlarda konuyla ilgili çalıştaylar düzenliyoruz ve birbirimizi ikna etmenin yollarını arıyoruz. Ayrıca kendi aramızda yaşadığımız sorunlarla ilgili de iç sorunlar toplantısı yapıyor, sorunları zamana yaymadan çözmeye çalışıyoruz. Birlikte öğrenerek ve her bir süreçten güçlenerek çıkmaya gayret ediyoruz.

Kooperatif gönüllülerinin özne olmasını sağlamaya çalışıyor, katılımcılığı artırmaya çalışıyoruz. Okuma ve öğrenmeye karşı mesafeli olunmasına rağmen içe dönük birlikte öğrenme süreçleri örgütlüyoruz. Üreticilerle dayanışmayı önemsiyor, sorunlar olduğunda nasıl olumlu bir hale getirebiliriz diye düşünüyoruz. Gıda egemenliği perspektifiyle çalışarak, doğayı sömürmeyen örgütlü bilge köylü üretimini destekliyoruz. Ürün alım süreçlerinde Katılımcı Onay Sertifikasyon süreçlerini işletiyor, üretici ile birlikte güven temelli bir ilişkiyi geliştirmeye gayret ediyoruz. Kooperatifte bir ürünü satmaktan ziyade ürünün üretim süreçlerine tüketicileri dahil etmeye çalışarak yarı-üretici olmalarını önemsiyoruz.

Faaliyetler & Etkinlikler


Bir dayanışma ekonomisi olan Yerdeniz Kooperatifi’nin Yeldeğirmeni'ndeki kooperatif mekanı, kolektif işleyen, toplumun tüm kesimlerini bir araya getiren ve dayanışmayı büyüten sosyal bir alan. Kooperatifimiz gıdateknik elemanlar, geri dönüşüm, tamir-tadilat, kültür-sanat, yaşlı ve çocuk bakımı, dayanışma bankası gibi alanlarda faaliyet göstermeyi amaçlıyor. Gıda faaliyetiyle yola çıktık, teknik elemanlarla devam ediyoruz. İleride hayalini kurduğumuz tüm alanlarda çalışma yapacağımız konusunda umutluyuz. 

Kooperatif açıldıktan sonra bir yandan gıda alanındaki kavramları yeniden gözden geçirirken bir yandan mahalleli ile turşu kurduk, geri dönüşüm ahşap, beton obje atölyeleri yaptık. Üreticilerimizi İstanbul'a getirerek söyleşiler yaptık. Hem gıda hem kooperatifçilik tarihi söyleşileri ile birlikte öğrenme süreçlerimizi geliştirmeye çalıştık. 

Kooperatif çalışmalarının yanı sıra farklı alanlarda çalışmalar yürütmeye başladık. İstanbul İşçi Sağlığı İş Güvenliği Meclisi - Beslenme Çalışma Grubuna katkı verdik. Deriteks Sendikası'nda 56 işyeri temsilcisinin katılımı ile İşçi Sağlığı ve Beslenme Çalıştayı Gerçekleştirdik. DİSK/Birleşik Metal İş Sendikası ile İşçi Sağlığı ve Beslenme Atölyesi gerçekleştirdik. İş yerlerinde ve yaşam alanlarında sağlıklı, yeterli ve dengeli beslenmenin sağlanması için ortak akıl yürüttük. Beslenme çalışma grubunun gıda zehirlenmeleri raporları yayınlamasına destek verdik.

Bu arada bir mahalle çalışması olarak başlattığımız ve Kadıköy Kooperatifi'nden kopuş sürecinde bağımsız bir kooperatif çalışması olarak çalışmalarını sürdüren Göztepe Kooperatifi Girişimi, Yerdeniz Kooperatifi'nin idari desteği ile yeni bir adım atarak 2019 Aralık ayında kooperatif mekânının açılışını yaptı. Göztepe Kooperatifi'de dördüncü ay sonunda bir arkadaşımızı istihdam edebilecek noktaya geldi. İki ayrı kooperatif çalışması kendi içinde özerk olarak çalışmalarına devam ediyor.

Yine bir taban örgütlenmesi olarak kooperatifler, gıda toplulukları, gönüllüler ile birlikte kurulan  Kadıköy Kent Konseyi Gıda Çalışma Grubu'na katkı verdik. Gıda şenliklerinin yanı sıra, gıda ve beslenme üzerine çalıştaylar, söyleşiler düzenledik. 

Kendi mahallemizde 2019 yılı sonbaharında başlayan Rasimpaşa Afet Gönüllüleri çalışmasına katıldık. Çalışmaya aktif destek verdik. Toplantılar COVID-19 salgına kadar kooperatif mekânımızda yapıldı. Bir yandan temel afet bilinci eğitimleri alırken diğer yandan mahalleyi ve mekânımızı depreme hazırlıklı hale getirmek için emek verdik. Kooperatif gönüllülerimize temel afet bilinci eğitiminin verilmesini sağladık.

Tam bu adımlar atılmışken ve yeni planlamaları önümüze koyacakken COVID-19 salgını başladı. Salgın başlar başlamaz yaptığımız toplantıda "herkese sağlıklı gıda hakkını" savunup kooperatifi kapatamayacağımız konusunda mutabakata vardık. Kişisel ve ailesel kaygıları olan arkadaşlarında bu kaygıları dikkate alınarak yeni bir planlama yapıldı.  Salgın süreci kooperatif örgütlenmesinin mahalle düzeyinde ne kadar gerekli olduğunu ortaya çıkardı. Mekânın bahçeli olup mesafeli oturmaya uygun olması salgın boyunca mahallede bir sosyalleşme mekanı olmasını sağladı.  

Bu dönemde Kır-Kent Ağı örgütlenmesi ile ilişkilendik. Ortak organizasyonlarda emek vererek var olma ilkemiz gereği girdiğimiz andan itibaren Ağ'a emek vermeye başladık. Gıda egemenliği ve Katılımcı Onay sistemi perspektifimiz bu çalışmanın öznesi olmamız için yeterliydi. Ayrıca İstanbul'da üretici ve kooperatifler pazarı açılması çalışmalarında yer aldık, hala pazarda İstanbul'a gelemeyen kooperatifler için dayanışma amaçlı tezgâh açmaya devam ediyoruz. Kır-Kent Ağı bileşenlerinden birinde yaşanan cinsel taciz üzerine başlayan süreçte cinsel tacizin yaşandığı Bayramiç Değişim Kooperatifi ile ilişkilerimizi kesme kararı aldık. Kır-Kent Ağı’nda konuya ilişkin bir tavır gelişmeyince Yerdeniz Kooperatifi, Göztepe kooperatifi ve Devrek Güneşi Kooperatifi, Kır-kent Ağı’ndan ayrılma kararı aldı. 

Yine bu süreçte Ağ içinde olmayan başka kooperatiflerle de çeşitli ilişkiler kurmaya devam ettik.  Yeni kooperatif kurma sürecine yönelip bizden destek isteyenlere hem aktif destek verdik hem de kendimizin hazırladığı kooperatif ana sözleşmemizi onlarla paylaştık. Kooperatifçiliğin yeniden meşruluk kazanması için deneyimimizi ve birikimimizi paylaşmaya özen gösterdik. 

Kadıköy Kent Konseyi içinde başlattığımız Kadıköy'de kooperatifler pazarı açma tartışması sürerken İstanbul Büyükşehir Belediyesi içinde pazarların olduğu daha geniş yeni bir gıda rejimi kurma önerisiyle geldi. İstanbuldaki kooperatifler ve gıda örgütlenmelerine yapılan çağrı sonucunda tartışmalar ve fikir ayrılıkları büyüyünce İstanbul Büyükşehir Belediyesi, üretici kooperatifleri ile ayrı bir toplantı yaparak, pazarı üreticiler ve üretici kooperatiflerinin katılımı ile kurma kararı aldı.  Çalıştığımız üreticilerden bazıları pazara gelmek istediklerini ama her hafta gelme durumlarının mümkün olmadığını ifade edince nasıl bir çözüm geliştirmeliyiz sorusunu biz de gündeme aldık. İçimizden bazı arkadaşlar üretici kooperatiflerinin temsilcisi oldular. Pazarda açılan tezgâhlarda üretici kooperatifleri kendi adları ve tezgahları ile var oldu. Yaklaşık 3 yıldır bu faaliyeti sürdürüyoruz ve pazarların bizim için neden önemli olduğuna dair yazımızvar. 

Şubat 2022'de ise bir kooperatif dostumuzun mekân desteği ile inşaat çalışması biten Kuzguncuk'ta bir mahalle çalışması olarak Kuzguncuk Kooperatifi'nin açılışını yaptık. Öncesinde Kuzguncuk mahallesindeki dernekle ve gıda topluluğu ile ortak çalışma yapmak için toplantılar yaptık. Ne yazık ki iki grup da bu konuya emek veremeyeceklerini belirttiler. Hali hazırda kooperatif gönüllülerine bir istihdam sağlamak adına bu çalışmayı devam ettirdik. Kuzguncuk Kooperatifi'de Göztepe Kooperatifi gibi kendi içinde özerk olan idari olarak YerDeniz Kooperatifi'ne bağlı bir çalışma. Bu kooperatifler istedikleri zaman ayrılarak bağımsız bir kooperatif olarak yollarına devam edebilirler. 

Haziran 2022'de de Teknik Elemanların kooperatifleşmesi Atölye Yerdeniz açılmış oldu. Faaliyetlerine iki senedir devam eden bir çalışma olarak mimar - mühendis - şehir plancı örgütlenmesi istihdam odaklı bir yapı olarak hayata geçmiş oldu. 

Bir dayanışma ekonomisi olarak örgütlendiğimiz için bu süreçte gücümüz oranında toplumsal dayanışma pratikleri gerçekleştirdik. PTT'de işten atılan işçileri ziyaret eden Kır-Kent Ağı bileşeni olarak işçilere gıda kolileri desteği sağladık. Şiddete uğrayan bir kadın için yapılan çalışmalara gıda kolisi hazırlayarak katkı verdik. Maraş merkezli deprem olduğunda daha önce afet eğitimi almanın yararı ile hemen toplantı yaptık. Soğukkanlı olmamız acele, duygusal ve panik halinde hareket etmememiz gerektiğini afet eğitimlerinde öğrenmiştik. Depremin şiddeti uzun vadeli bir afet ile karşı karşıya olduğumuzu emeğimizi ve kaynaklarımızı planlı kullanmamız gerektiği gösteriyordu. Bölgeye ilk gitmesi gerekenler ağır arama kurtarmacılar, madenciler, askerlerdi. Sonra mahalle muhtarlığı ile iletişime geçtik. Orada emek gücüne ihtiyaç yoktu. Biz de bir yandan kooperatifleri açık tutmak diğer yandan mahalle muhtarlığı bünyesindeki çalışma ile ilişkili olarak deprem dayanışma faaliyetlerini örgütlemeye başladık. Kooperatif dostlarımızdan da gelen desteklerle gün içinde acil ve eksik olan malzemeleri öğrenerek tedarik etme yoluna gittik. Bir süre sonra çadır ya da konteyner kentlere geçilme süreci olunca bölgede çalıştığımız üreticilerle ilk kurduğumuz temastan sonra gerçek durumlarını öğrenerek bir dayanışma kampanyası başlattık. Kampanyanın birinci aşamasında bina, malzeme, ekipman, makina eksikliklerine odaklandık. İkinci aşamada üretim süreçlerini desteklemek için  ürün önalımlı bir destek kampanyası yapmaya karar verdik. 

Neler öğrendik? İleriye dönük çıkarımlarımız neler?


Bütün bu süreçte faaliyetimize dayanışma ekonomisi değerleri ve gıda egemenliği perspektifi yön verdi. Kapitalist üretim ilişkileri içinde faaliyet yürüttüğümüzü bilerek anti-kapitalist dayanışma ekonomisi değerlerini önceleyerek, onların gelişimi için çaba harcadık. Bu değerlerin aynı zamanda Gezi'nin değerleri ile ilişkisini gözeterek sürdürdük. Gündelik hayatın örgütlenmesi hep yol göstericimiz oldu.

2022 yılının Ekim ayında “Kapitalizm, Kriz ve Dayanışma Ekonomileri”  başlıklı bir süreç değerlendirme yazısı yayınladık. Bu yazıda hem kendi deneyimimiz hem de genel olarak kooperatifçilik ve dayanışma ekonomileri hareketinin geldiği noktayı kendimizden başlamak üzere tartışmaya açtık. 

Dayanışma ekonomisi perspektifi ile örgütlenen bir işçi kooperatifi olmak için önemli bir deneyim biriktirdik. Farklı faaliyet alanlarını öngörüp gıda ve teknik eleman kooperatifleşmesinde pratik adımlar atmak bu hedefe ulaşmak için önemliydi. Daha önce bizler için farklı yerlerdeki deneyimler ve teorik olan sorunlar pratik, kendi pratiğimizin sorunları haline dönüşmeye başladılar. 

Yatay örgütlenmenin “yatma örgütlenmesi”, gönüllüğün “gönlünce çalışma” olmadığını bu süreç zengin bir pratik deneyim bırakarak bize gösterdi. Örgütlenme, sorumluluk, gönüllülük, birlikte karar alma, birlikte alınan kararları birlikte hayata geçirme konuları öğretici bir zemin oluşturmaktadır. Geniş katılımlı örgütlenmeler ile ne istediğini bilen daha homojen ve küçük örgütlenmelerin karşı karşıya konulmaması zaman ve mekâna göre her ikisinin de kullanılabileceğini kendi pratiğimizden de görmüş olduk.

Theorizing the Arabian Peninsula Roundtable: Perspectives from the Margins of Arabia

[This is one of seven contributions in Jadaliyya`s electronic roundtable on the symbolic and material practices of knowledge production on the Arabian Peninsula. Moderated by Rosie Bsheer and John Warner, it features Toby Jones, Madawi Al-Rasheed, Adam Hanieh, Neha Vora, Nathalie Peutz, John Willis, and Ahmed Kanna.]

(1) Historically, what have the dominant analytical approaches to the study of the Arabian Peninsula been? How have the difficulties of carrying out research in the Arabian Peninsula shaped the ways in which knowledge is produced for the particular country/ies in which you have worked, and in the field more generally?

When I first began studying Arabic and, subsequently, formulating a research project in Yemen in the early 2000s, I did not consider myself to be working in or on the "Arabian Peninsula," as such. Rather, what drew me to Yemen was its historical, geographical, and cultural distinctiveness, which remains even now quite remarkable, but which nevertheless often obscures the relations, connections, and shared histories and presents that do exist within the region and beyond. This oversight is born perhaps out of what Sheila Carapico identified nearly ten years ago as a pernicious "dualism" that shaped not only American research agendas, but also the stereotypical conceptions, popular and academic, of "the Gulf" (rather than the peninsula as a whole): "Yemen is kaleidoscopic; the Gulf is monochrome…The Gulf is good for business; Yemen is good for ethnography" (Carapico 2004).

This same oversight—what Adam Hanieh in his response discusses as a "methodological nationalism"—is also born out of what we may call a secondary Orientalism: a way of "knowing" that considers the majority of the Arabian Peninsula without "culture" and without "history" in comparison to the Arab states of North Africa and the Eastern Mediterranean. This fallacy has been exacerbated, of course, by the relative difficulty for short-term visitors and new scholars of actually engaging on a deeper level with the citizenry in countries like the United Arab Emirates, where it may be easier to befriend migrants from Egypt or Sri Lanka than its small minority of "nationals." As a result, although there have been notable exceptions—including recent scholarship on the political economy, political ecology, and youth and urban cultures in Saudi Arabia, in addition to an older, rich tradition of studies on kinship and its Bedouin—anthropological scholarship on Gulf-state citizens has seemed relatively flat in comparison to the "thicker" ethnographies of migrant populations in "the Gulf" and of "tribal" communities in Yemen. In both cases, these research foci emerge from the historically dominant approaches to these "two" areas: oil and security in the Gulf (and its resulting dependence on cheap, imported labor) and state-tribe relations in Yemen (and related studies on tribalism, sociality and gender). Nevertheless, they are also being productively complicated by theoretically informed analyses of space, political subjectivities, and belonging. A similar and amplified turn to non-labor migrant populations in the Gulf (as in the work of Mandana Limbert in Oman) and non-tribal populations in Yemen (such as Marina de Regt’s work on Ethiopian domestic workers or Susanne Dahlgren on the public sphere in Aden) remains welcome.

As for the difficulties in carrying out, rather than framing, research in the Arabian Peninsula, the challenges of conducting research in Yemen may be somewhat distinct. Adam Hanieh, Ahmed Kanna, Madawi Al-Rasheed and Neha Vora have touched on the lack of (Western) research institutes and networks in the Gulf, the dearth of statistical data, and the difficulty of gaining unmediated access. In Yemen, a robust network of foreign research institutes work in tandem with several Yemeni research and studies centers to house and fund scholars and to facilitate their research there. These include the American Institute for Yemeni Studies (AIYS), the French Center in Sana’a for Archaeology and Social Sciences (CEFAS), and the German Archaeological Institute (DAI). In the early 2000s, when I lived in Sanaa, these centers supported a vibrant research community of both foreign and Yemeni scholars who frequented their libraries and attended their talks. The deteriorating security situation in Yemen and the subsequent evaporation of US funding for in-country research has had an unfortunate impact on these centers, which, during my visits in recent years, have appeared particularly vacant. Still, even with this institutional support, it could be challenging to be an anthropologist in Yemen. For one, as Ahmed Kanna notes, anthropology is one of the less known and less understood of the social science disciplines. And when my Yemeni acquaintances did have an understanding of anthropology, they were also well aware and suspicious of its colonial and imperial legacy. This was made clear to me when a professor of anthropology at Sanaa University asked me in March 2003 in front of his class of students why the United States had not sent one hundred anthropologists to Iraq, instead of bombing it. Suspicion toward the discipline and a more general suspicion of foreign researchers as spies was not new. One only needs to read Steve Caton’s remarkable account of his arrest and imprisonment in 1980 to see what an effect such suspicions have had on the kind of knowledge that is produced. Indeed, in reflecting on his own encounter with the National Security in Raydah, Paul Dresch notes that it is often the most mundane of facts that are the most heavily guarded.

This was certainly true of my own experience of fieldwork in Socotra. Whereas I was made privy to various conspiracy theories, extra-marital affairs, secret religious conversions, etc.—all things I hesitated to take note of, much less write about—it was nearly impossible for me to ask my hosts quite straightforward questions about their genealogies, tribal structures, and political past. Of course, I was conducting research at a time when US presence in Iraq as well as in Yemen was acutely palpable. Moreover, it made little sense to my Socotran friends that a US student would receive funding to hang out in Socotra or anywhere else if she did not have significant ties to the political powers that be. As a result, I turned to and became more interested in Socotri poetry where people’s opinions, struggles, and contestations were more forcefully voiced. In so doing, I thus followed, or rather stumbled, in the footsteps of a group of scholars who work on poetry in Yemen, including Steve Caton, Flagg Miller, Lucine Taminian and Samuel Liebhaber, but without their expertise! Fortunately, such suspicions do ease over time. Although it has become even more difficult in the past five years for anthropologists to conduct fieldwork in Yemen, now that I live in Abu Dhabi where I am easily accessible by telephone and where my current position is more comprehensible to my Socotran interlocutors, Socotrans are more comfortable reaching out to me, calling upon me for help, and working with me. I know that if I were to have the chance to return again for a lengthy period of time, fieldwork—in terms of the questions I could ask and the answers I would receive—would be very different this time.

(2) What are some of the new and innovative ways of thinking and theorizing the Arabian Peninsula and how has your work drawn on these approaches? How do these new theoretical interventions address elisions or tensions within more traditional approaches?

In my view, one of the most useful attempts to reframe and theorize the Arabian Peninsula occurred with the 2004 publication of Counter-Narratives: History, Contemporary Society, and Politics in Saudi Arabia and Yemen (edited by Madawi al-Rasheed and Robert Vitalis). It is here that Sheila Carapico issued her "Arabia Incognita: An Invitation to Arabian Peninsula Studies" cited above. Carapico’s is a research agenda that would bridge the conventional divide between Yemeni and Gulf Studies to focus on the interconnections between the inhabitants and nations of the peninsula as a whole. Whether in direct response to Carapico’s invitation or in reaction to the region’s most recent and emblematic transnational phenomena, such as the global “war on terror,” the emergence of al-Qaeda in the Arabian Peninsula, and the spread of the Arab uprisings, several scholars and even academic journals have now taken up this call. For example, in the past two years we have seen the 2011 launch of the Journal of Arabian Studies: Arabia, the Gulf, and the Red Sea followed by, in 2013, the conversion and expansion of the journal Chroniques yéménites into Arabian Humanities: International Journal of Archaeology and Social Sciences in the Arabian Peninsula, both focused on the Arabian Peninsula en bloc and from antiquity to present.

What is needed when it comes to theorizing the Arabian Peninsula, however, is not just an expansion of scope—a sort of micro "area studies"—but also scholarship that explicitly draws on and forwards this transnational and interdisciplinary peninsular perspective. This approach breaks with the traditional dualism described above in its recognition that one cannot adequately study migration, religious reformism, sectarian identities, state and popular (or cultural) sovereignty, youth cultures, urbanism, natural resource exploitation and conservation, gender transformations, heritage production, or class, etc., within one nation without at least recognizing the influences and entanglements of these phenomena throughout the peninsula and across its surrounding waters. New scholarship that exemplifies this approach includes, of course, Engseng Ho’s work on Hadhrami migration; Adam Hanieh’s work on transregional (Khaleeji) capital and class formation; Laurent Bonnefoy’s work on Salafism in Yemen (and yet highly contingent upon grassroots flows to and from Saudi Arabia); Steve Caton’s emerging research on water scarcity in Yemen, Saudi Arabia, and the United Arab Emirates; and Andrew Gardner’s comparative studies of the kafala system in Bahrain and Qatar, among others.

Even in a relatively "remote" and off-shore location such as Socotra, this "peninsular" perspective is imperative to an understanding of the "local" and of how Socotra has been produced recently as a World Heritage Site and a "natural" biodiverse research laboratory. Yet, in the early stages of my research on the development, conservation, and heritagization of Yemen’s Soqotra Archipelago, and perhaps due to the pervasiveness of the distinctions drawn between Yemen and the Gulf Cooperation Council (GCC) states, I was surprised by the degree to which my Socotran friends and neighbors were oriented not toward Sanaa or Aden, but rather toward Salalah, Ras al-Khaimah, Ajman, Sharjah, Bani Yas, and Jeddah. It was the cities and representations of "the Gulf" and Saudi Arabia—not mainland Yemen—which captured their imaginations and fueled their aspirations. Indeed, I soon learned that I could not examine heritage production in Socotra—conventionally understood to be a "national" project—without first examining heritage projects and discourses in Abu Dhabi and Dubai. For example, the annual Festival of the Socotran Poet which, as I wrote about in MERIP last May, was transformed in 2012 into a platform for public debate on the viability of Socotra’s cultural and political sovereignty, was originally modeled after the United Arab Emirates’ reality television show, The Million’s Poet, created by the Abu Dhabi Authority for Culture and Heritage (now the Abu Dhabi Tourism and Culture Authority) to promote and safeguard national Emirati culture. This small example demonstrates to me the importance of seeing and understanding the peninsula holistically instead of continuing to bifurcate it into Yemen and the rest.

This is not to say, however, that the space and study of the Arabian Peninsula is any more "natural" than are the constructed borders of its nation-states. I agree with Toby Jones and John Willis’ deep reservations about area studies and about the "Arabian Peninsula" as yet another imperially produced category. As well as they state it here, these reservations are, of course, not new. And yet, as all of the contributors to this roundtable point out or imply, the Arabian Peninsula and the Gulf—Yemen, too (hence Lisa Wedeen’s book title, Peripheral Visions)—have long been treated as peripheral, geographically and conceptually, to the Middle East and to Middle East studies. One only needs to look through the bibliography of Lara Deeb and Jessica Winegar’s excellent review article, "Anthropologies of Arab-Majority Societies," to note that ethnographies and anthropological articles situated in Egypt or in Palestine far outnumber the recent scholarship produced on all of the Arabian Peninsula states combined. There is thus obviously no a priori reason to theorize the "Arabian Peninsula"—but we may still learn a lot in doing so.

Here, at New York University in Abu Dhabi (NYUAD), Pascal Ménoret, Justin Stearns, and I were hired into a nascent program named "Arab Crossroads Studies." During our first year teaching at NYUAD, we spent many hours debating both the merits and productivity of the name and the rationale for turning this then-concentration into a full-fledged undergraduate major. The legacy of US area studies’ Cold War roots was something we took seriously. What does "Arab Crossroads" even mean? And was it productive or just as flawed to move from a geographic focus, that is, Middle East studies, to a linguistic, cultural, and ethnic one: the Arab world? Even as these are questions we continue to ask, the renaming and reframing does something. If nothing else, it reminds me as a scholar and a teacher to focus more explicitly on the historical, political, economic, and social connections between the "Arab world" and its immediate surroundings (Africa, South Asia, the Indian Ocean region, and Europe) as well as on the human, material, and conceptual "crossroads" within "it." In doing so, it draws our attention away from place and toward movement across space and within various spaces.

In treating the Arabian Peninsula as a "center" rather than a periphery, we are forced to widen our geographical focus and broaden our conceptual one. That is, we cannot design classes or research projects as if the "Arab world" or the "Middle East" begins in Morocco and ends in Muscat. Nor can we ignore the capital and labor flows that link South Asia to the Arabian Peninsula to the Levant (and also to the United States). Finally, as Tom Looser has convincingly argued, it is with the export of Western universities and branch campuses to the Gulf and East Asia, for example, that area studies gains new salience. With the fashionable emphasis today on all things "global," a critical area studies approach can ground and situate an otherwise imperialist (and predominantly Western) sense of "global" knowledge and "cosmopolitan" belonging. Through the newly established "Arab Crossroads Studies" major at NYUAD, we seek to emphasize to our "global" students that their being here, in Abu Dhabi—in the Arabian Peninsula—does matter and that Abu Dhabi is not merely the "global" city it aspires to be, but that it, too, has been historically and politically produced. Included, however, among the required courses for all undergraduate majors is a "Problems and Methods in Arab Crossroads Studies" course: a course that examines area, area studies, and areas like the "Arabian Peninsula" critically, while asking what new theoretical interventions such a focus may uncover. We welcome further discussion on this!

(3) "Sectarianism" seems to have reemerged in popular and academic work on the Arabian Peninsula as both the label for and analytic of a socio-political phenomenon. What is the utility of both past and more recent formulations of "sectarianism" as an analytical tool for the study of the Arabian Peninsula? What challenges or problems have these formulations created?

This is an important question.  As I have not worked on sectarianism directly, however, I will defer here to the other roundtable participants.

(4) What is the relationship between local scholarship produced in the Arabian Peninsula and the work done by academics in the United States, Western Europe, Russia, etc.? What kind of attention has been given to local and regional knowledge production, if any?

I think it fair to say that the relationship between local scholarship produced in the Arabian Peninsula and the work done by academics from the outside is growing stronger, while still remaining contingent upon or even hampered by the hegemonic status of English as the scholarly lingua franca. We see this even in the shift from French- and German-language publications to English-language ones. Serious scholarship produced by "Western" academics does rely on local scholarship and knowledge production, but more can and should be done to translate these works to make them more widely accessible. For example, I recently assigned Ahmed Kanna’s Dubai: The City as Corporation to my students at NYUAD. Kanna draws heavily and productively on the writings of Emirati scholar Abdul-Khaleq Abdullah, thereby introducing his important work to Kanna’s English-language readership. As the majority of Abdullah’s articles have been published in Arabic, however, I am less able to assign them directly, meaning that "local" scholarship, like his, may be in danger of being presented or perceived as secondary to the English-language publications that build upon it.

Similarly, in my work on Socotra, I draw considerably on the texts written and published by the Socotran historian Ahmed al-Anbali (who resides in the United Arab Emirates), as well as on knowledge production by non-academics. The latter include Socotran guides, heritage brokers, and activists who, in response to and as a rejection of the international regime of "experts," are now fashioning themselves as what one may call "para-experts," engaged in an explicit and self-aware counter-form of knowledge production. Although I am mostly interested in the development and deployment of this parallel expertise (as opposed to the content itself), it remains a challenge to adequately present this knowledge production as scholarship and not just as ethnographic artifact. This is due in great part to what John Willis identifies as the incommensurable position of Yemeni academics in terms of their institutional and financial support and the different intellectual and political project in which they are engaged. Until recently, Socotran scholars were eager to promote a narrative of Socotran unity, stability, and exceptionalism. This has started to change, however, in the wake of the Arab uprisings, which have opened a space for more critical histories to be told.

Finally, as someone teaching at a US institution of higher education in the Gulf, I should say something about intellectual exchange and the proliferation of Western branch campuses mentioned by Al-Rasheed, Hanieh, and Vora. Madawi Al-Rasheed expresses concern that Western academic institutions (not just in the Gulf, but also in the West) may be forced through their funding sources to engage in self-censorship, if not the kind of outright censorship that occurred when Dr. Kristian Coates Ulrichsen was denied entry into the United Arab Emirates for a conference sponsored by the London School of Economics this past March. Adam Hanieh questions whether these institutions will reproduce dominant narratives about the Middle East and both Hanieh and Neha Vora raise the specter of their financial motives. It is undeniable that there are restrictions on academic freedom in these places—as there are in the United States and in Western Europe, especially when it comes to untenured faculty. Here at NYUAD we are guaranteed academic freedom in the classroom and within the institution more broadly, as long as we do not criticize the ruling families or Islam. Critics of these institutions perceive this as a profound infringement upon academic freedom and knowledge production. On the other hand, my students—Emirati, Filipino, American, and Palestinian—are reading and discussing Yasser Elsheshtawy, Andrew Gardner, Ahmed Kanna, and Neha Vora on structural violence, labor regimes, citizen-foreigner relations, and the politics of race, class, and space in the Gulf. In history classes, such as the ones taught by Pascal Ménoret, students are reading Madawi Al-Rasheed, Mamoun Fandy, Stephen Hertog, Toby Jones, Amelie Le Renard, Timothy Mitchell, and Robert Vitalis on resource extraction, corporate capitalism, imperialism, authoritarianism, political protest, and gender in the Arabian Peninsula. If our collective efforts to "theorize the Arabian Peninsula" take root, it will be in universities like NYUAD where students are eager to engage these analyses. This is only one way, but an important one, of creating a new generation of critical scholars and also of developing spaces of inquiry in which "local" scholarship is given serious attention within "Western" universities.

(5) Some argue that the Arab Uprisings changed the ways in which the Middle East can and will be studied. What has been the immediate impact of the Arab uprisings on scholarship on the Arabian Peninsula and what are likely to be the long-term effects?

The immediate impact of the uprisings on scholarship on the Arabian Peninsula has been an increased attention to both the transnational reverberations of these events and their antecedents—the politics of sectarianism in and across Arabian Peninsula states, the influence of the Muslim Brotherhood in the peninsula, the impact of social media transnationally, etc. Another result seems to be a renewed attention to various modes of sovereignty—state, popular, cultural—and its contestations. What may and hopefully will emerge with this, then, is the more thorough replacement of the Orientalist notion of "Gulf" states and societies as monolitihic and monochrome sites with a "thicker" understanding of the richness and complexities that underpins each Arabian Peninsula state individually and in relation to one another. To paraphrase Sheila Carapico, it should now become increasingly obvious that the entire Arabian Peninsula "is good for ethnography"—or, more importantly, that it deserves and requires a broader group of scholars’ critical attention.

Gezi direnişinde sınırlar yoktu, parkta, meydanda bir yanda halaylar çekilirken bir yanda forumlar tertip ediliyordu. Biz de istedik ki kurduğumuz kooperatifin sınırları hayallerle çizilsin. Yapabileceğimiz işlerin yanına hayalini kurduğumuz, çalışmak istediğimiz pek çok alanı ekledik.

 


Theorizing the Arabian Peninsula
electronic roundtable contributions:

Thinking Globally About Arabia by Toby C. Jones.

Knowledge in the Time of Oil by Madawi Al-Rasheed.

Capital and Labor in Gulf States: Bringing the Region Back In by Adam Hanieh.

Unpacking Knowledge Production and Consumption by Neha Vora.

Perspectives from the Margins of Arabia by Nathalie Peutz. 

Writing Histories of the Arabian Peninsula or How to Narrate the Past of a (Non)Place by John Willis.

Towards a Critical Cartography of the Political in the Arabian Peninsula by Ahmed Kanna.