Ekin Wan’ın bedeninde ifşa olan devlet ya da kadınlar sıra bizde
Antropolog Veena Das, tüm savaşların ancak özellikle etnik gruplar arası cereyan eden iç savaşların kadın bedeni üzerinde gerçekleştiğini söyler. Ulus devlet ulus kimliğini kurarken cinsiyet kimliklerini de kuran bir yapıdır: yasalar dahil olmak üzere ulusu betimleyen tüm metinler cinsiyetlendirilmiştir ve aynı zamanda milli kadınlık ve milli erkekliği de tanımlar. Polis ve asker milli kimliği korurken aynı zamanda milli kadınlık ve erkekliği de korur. Savaş zamanında bu kimlikler, örneğin batıda ikinci dünya savaşında olduğu gibi, gereklilikler ve mücadele ile bir taraftan bozulur.Diğer taraftan makbul milli kimliğe uymayan kadınlar, örneğin gene batıda ikinci dünya savaşında saçı kazınan kadın vakalarında bildiğimiz gibi, cezalandırılır.
Etnik gruplar arasında ya da içte gerçekleşen diğer çatışmalarda ise durum daha çetrefil bir hal alır. Kadın bedeni üzerinde diğer grubun erkekleri cezalandırılır. Kadının namusu etnik kimliğin saflığının yapı taşı olarak görüldüğünden, erkeklere karşı yürütülen savaşta kadınlara karşı taciz ve tecavüz aynı anda hem kadınları, hem erkekleri, hem de tüm topluluğu cezalandırmanın ve aşağılamanın yolu haline gelir. Bu yüzden Bosna’da, Afrika’nın ve Latin Amerika’nın bir çok ülkesinde keza Asya’da kadınlara taciz ve tecavüz savaş zamanı örgütlü bir biçimde ve sırtını devlete dayayarak gerçekleşir.
Bir çoğumuz Türkiye devletinin siyasileşmiş kadın ve hatta erkek bedenlerine uyguladığı cinsel şiddetten uzun zamanda beri haberdardık. 80’ler ve 90’lar boyunca cezaevlerinde ve karakollarda olanların bir kısmı belgelenmişti. Örneğin parçası olduğum Diyarbakır Cezaevi Araştırma ve Adalet komisyonunun topladığı hikayelerin önemli bir kısmında cezaevinde erkeklerin copla gardiyanlar tarafından ya da zorla birbirileri tarafından tecavüze uğradıklarını biliyorduk. Gene Barış İçin Kadın Girişimi olarak kalekolllara karşı protestoları yerinde izlemek için Lice’ye gittiğimizde, buradaki karakollarda kadınlara uygulanan toplu tecavüzleri dinlemiştik. Barış sürecinde Kandil’de kadınlarla görüştüğümüzde ise diri ve ölü gerilla kadın bedenlerinin uğradığı cinsel şiddetten haberdar olmuştuk.
Yine de bunların hiç birisi bizi Varto’da Ekin Wan’ın çırılçıplak bedeninin bir kaldırım kenarında beklerken ki haline hazırlamamıştı. Ekin Wan hem cezalandırılmış hem de soyularak bedeninde bir halka mesaj yazılmıştı: “Sizler ve sevdikleriniz ölmekle kalmayacaksınız.”
Şu anda Türkiye’de gerçekleşen savaşın iki etik boyutunu birden sergiliyor bu beden. Bu yüzden belki de bu bedeni yakın tarihe dayalı bir okumaya tabii tutmak, bu savaşın çokça tartışıldığı reel politik boyutu aşmamız amacına hizmet edebilir. Kimin haklı kimin haksız kimin terörist kimin cani kimin başarılı kimin başarısız kimin hatalı kimin hatasız olduğunun ötesinde, devletin savaşı hangi boyutta ve düzelmde sürdürdüğünün göstergesi olabilir. Bu ise bizi barış mücadelelerimizin ekseni konusunda tekrar düşündürebilir.
KADIN-ÖLÜ
Hatırlanırsa çözüm süreci başlar başlamaz olan ilk olay Sakine Cansız ve arkadaşlarının öldürülmesiydi. Daha sonra Ayşe Gökkan’ın Nusaybin belediye başkanı olarak, Rojava ve Nusaybin arasında örülen duvarlar hakkında sorduğu sorulara hiç bir cevap alamamasıyla, elleri ile yırttığı dikenli telleri aşarak açlık grevine girmesine tanık olduk. Kadın milletvekillerinin sürekli konu edilmesi, mecliste darbelenmesi aklımızda bu dönemden kalan başka bir an.
Tüm bunlar olurken Erdoğan ve AKP’li vekillerden sayısızca “annelerin gözyaşları” sözlerini duyuyor, ancak Akil İnsanlar Heyeti’nde kadınların neden böylesi eşitsizce temsil edildiği konusunu gündeme getiremiyorduk. Aynı şekilde barış sürecine kadınların katılması ve sürecin ana maddelerinden bir tanesinin kadın mağduriyetleri, güvenliği ve özgürlüğü olması taleplerimiz de devlet erkanı tarafından gülünç bulunuyor ve çözüm yasasında yer bulamayan tek madde oluyordu. Demokratik pakette kadınlarla ilgili tek konu baş örtüsüydü. Ve gene AKP çocuklarının dağdan dönmesini isteyen ve Diyarbakır’da toplanan kadınları sürecin en büyük reklam kampanyası aracına dönüştürüyordu. Gültan Kışanak belediye seçimini kazanır kazanmaz, esnaf, minübüsçüler vs. örgütleniyor ve Diyarbakır’ın ilk kadın belediye başkanı çeşit çeşit karalama kampanyalarına maruz kalıyordu.
Aynı dönemlerde Gezi’deki gençlerin ve hemen sonrasında Berkin Elvan’ın annesi yuhalanıyor, sorumsuzlukla suçlanıyor, tıpkı Kürt illerinde olduğu gibi makbul vatandaş yetiştirememenin birinci sorumlusu ilan ediliyordu. Bir diğer deyişle savaş, sıcak hale dönüşmeden çok önce devlet, demokrasi güçleri ve Kürt hareketi ile kadın bedenleri üzerinden savaşını başlatmıştı. Şimdi sıcak savaşta Ekin Wan’ın bedenine yapılanlar hem bunların devamı hem de tecavüz suçlarıyla yargılanan Musa Çitil’in Diyarbakır Jandarma Komutanlığına atanması örneğinde olduğu gibi, 90’ların devlet terörüne referans vererek, kadınlara karşı savaşın alacağı yeni ve çok daha feci biçimi gösteriyor. Bu bizi ilgilendiriyor. Batıdakileri. Çünkü yarın emin olun, oğlu şehit olan anneler, barış isteyen kadınlar, hatta AKP adına konuşan ve AKP yanında olanlar dahi bu savaştan nasibini alacaklar. Kadınlıkları, bedenleri gittikçe cendereye alınacak, yerleri küçülecek, devlet onların da devlet-anneler olmaması, rahimlerini ve anneliklerini devlet kılmamaları ihtimalinde çocuklarına göz dikecek, belki göstere göstere bunu bir şölene çevirerek cezalandıracak, aşağılayacak.
Gene barış süreci boyunca ölü bedenler üzerinden sürdürülen mücadeleyi hatırlayalım. Özellikle Alevi cenazelerinin gömülmesine izin verilememesi, cem evinde gömülmesi gereken cenazelerin zorla camiye götürülmesi, Kürt illerinde halkın kendisinin oluşturulduğu şehitliklerin sürekli yıklıması, yasak bölge ilan edilmesi, en son Rojava’dan gelen cenazelere gelen yasak, cenazelerin günlerce bekletilmesi, sınırın öbür yakasında gömülmesi. Eyer kadınlara karşı yapılan taciz ve tecavüz bir yandan kadınlara açılmış bir savaş niteliği, bir yandansa topluma bir aşağılama mesajı taşıyorsa, ölüler üzerinden yapılan savaş ise bir yandan cezayı ölümün ötesine taşıma sevdası bir yandan da devletin en samimi ilişkilere kendini yazmasıdır. Bu zorla kaybetmekten de beter bir şeydir. Çünkü bu durumda nihayetinde ölü topraktadır ve eylemle doldurulacak alan cenazenin gömülmesiyle biter. Ancak ölü ve ilişkileri devlet tarafından bozulmuş ve zehirlenmiş, böylelikle öteki dünya, inanç dünyası, seküler olmayan, ilahi ilişkiler devlet tarafından yeniden biçimlendirilmiştir.
Ekin Wan’ın bedeninde devlet bize en son geldiği halini en çıplak şekilde gösterdi. Şu an kurulmakta olan devlet tüm özel ilişkilere, tüm ilahi ilişkilere, tüm ailevi ve cinsiyet ilişkilerine göz dikmiş, gücünü buralarda hüküm sürerek var etmek isteyen bir devlettir. Şu an imha ve inkar edilen Kürt değildir, kadındır. Kürtlerle yapılan savaş başka bir boyuta geldi. Uluslararası boyutları olan, iki tarafın da egemenlik alanları, hegemonyası olan, eşitsiz de olsa ismi konulmuş, tarafları olan, iki tarafın da –gene eşitsizin altını çiziyorum- sesi, sözü olan bir savaş. Kadınlara karşı olansa eskiden Kürtlere karşı yürütülenden çok iyi bildiğimiz, bir “yoktur,” “sus,” “hiç var olmadın ki” savaşıdır. Ekin Wan Kürtlüğün ve kadınlığın, 1990’larla 2010’ların, ölüm ve kadınlığın, insani ve ilahi olanın, çıplaklığın ve ifşanın kesiştiği yerde Türkiye’de yaşayan herkesin çok ama çok ciddiye alması gereken bir vaka’dır.